3 gündür bir insan suretinin peşindeyim. 3 gündür 5 dakikada yapabileceği iş için bizi oyalıyor. Ben buradan, Tekir Türkiye'den arayıp duruyor. İlk açtığımız telefonları daha ilk çalışında açan kadın şimdi numaraları tanıdı, açmıyor, sonradan geri dönmüyor, sorularımızı canı istediği zaman maille yanıtlıyor. Ciddi bir sorun için yanıt almaya çalıştığımızı maille, telefonla, herşeyle anlattım. Sanırım kafası basmadı, şimdi de özgüveni olmadığı için "yapamadım" dememek adına nezaketsiz, görgüsüz bir aşağılık gibi davranıyor... Bugünkü sinirimi, ellerim titreyerek ne kadar iş bitirdiğimi ve başka birilerinden yardım alabilmek için kaç değişik kişiye dert anlattığımı dillendirmeye gücüm bile yok!!!
Çay koydum. Bazı akşamlar ilaç gibi geliyor çay bana. Kanımıza işlemiş milletce. Kahveyi seviyorum ama hala öyle içinde süt olmayan, bold kahveyi sabah ayılma niyetine de olsa içemiyorum...
Bazen öyle yılıyorum ki... Neyi, niçin yaptığımı unutuyorum. Niye bu kadar çabaladığımı kendim bile anlayamıyorum. 3 kuruşluk tipler bu kadar mücadele etmeden bir hayat kurabilmişken benim niye hala dalgalı denizdeki kırık sandal gibi batıp çıktığımı bir türlü çözemiyorum...
Şans da yanında olacak insanın. Herkesin sana "ne akıllı kadınsın", "acayip pratik zekalısın" ve "çok cesursun, herkesin harcı değil" gibi cümleler kurmasının bir anlamı yok. Şansın sıfırın altında eksi 56 falan olunca, uzaktan bakıldığında saçma bir şekilde debelenen bir bok böceği gibi gözüküyorsun sadece...
Kafam karışık... Buraya da yansıdı zaten! :) Kedi kızım o aşağılık veteriner kendisini kısırlaştıracağım derken parçalayıp bıraktıktan sonra gece yarısı ateşlenip yere yığılıp kaldığında da benzer birşeyler hissetmiştim. Acil veteriner klinikleri aramaya koyulup, saatlerimi beni ciddiye alsınlar diye internetten benzer rahatsızlıkları araştırıp, notlar alarak geçirmiştim. Günler böyle geçti. Bir gün o acile, bir gün diğerine. Haftasonu bittiğinde artık uykusuzluk, endişe ve korkudan bitmiştik biz de. Ama ben ağlayamamıştım. Ağlamaya vaktim olmamıştı! Ne hazin değil mi? Sonra, Pazartesi gecesi kedi kızım yine yığılıp kaldığında Tekir bana "Hadi, başka bir hastane bul. Bir de onları deneyelim" dedi. Patileri avucumun içindeydi kedi kızımın. Alev alev yanıyordu... Ona rağmen bize hiç sıkıntı vermedi. Koltuğa büzüldü, veterinere çanta gibi taşınıp geri getirilmenin dışında oradan hiç kıpırdayamadı. Göbeğine dokunduğumuzda "mauuuvvvv" diye derinden bir ses çıkarıyordu sadece... "Mauvvvvvv"...
O an koptum. Tekir bana o cümleyi söyler söylemez koptum... Bağıra bağıra ağlamaya başladım. "Gücüm kalmadı" dedim, "gücüm kalmadı".... Yerimden bile kalkacak gücüm, cesaretim yoktu. "Ya ölürse" diye düşünmekten, "Yarın nasıl nefes alırım o ölürse?" diye korkmaktan dizlerimin bağı çözülmüştü. Her gittiğimiz yer sadece bizden bir gecede kaç bin dolar koparabileceğinin hesabını yapıyordu. Birkaçını azarladım, birkaçına insanlık dersi verdim güya... Ama sonuç ortadaydı, kedi kızım ölüme gidiyordu... Bağıra bağıra ağladım... "Gücüm kalmadı" diye hıçkırırken giyindim üstümü, telefonuma 30 mil uzaktaki hastanenin telefonunu kaydettim. Gözyaşlarından önümü göremeden arabaya kadar indim....
Kedi kızımı kurtardık... Ama ben hala bu olayın etkisinden kurtulamadım... Travma! Tam bir travma yaşadım...
Sonraki günlerde kızımın göbeğinde açtıkları o delikten dışarıya iltihap aktığını gördükçe, elimizde şırıngalarla o yarayı temizlerken kızımın attığı "mauvvvv" çığlıklarını ama patisini bile kıpırdatacak hali olmadığını gördükçe yine bittim... Tükendim... Ama devam ettim... İşe gitmeye, eve gelmeye, yine işe gitmeye, alışveriş yapmaya, eve gelmeye, yine işe gidip akşam işten gelmeye devam ettim... Tıpkı şimdi de devam ettiğim gibi... Tıpkı şimdiki gibi.
Herşey hafıza levhalarımıza çentiğini atıyor oysa... Aylar sonra, bambaşka bir konuda, tam da böyle, kendilerini hatırlatmak için derince kazıyorlar yerlerini...
İyi geceler...
P.S. Resim, baharın başlarında çekildi... Adı: Boklu Uğurböceği :)