Benim Hikayem

Hiç tanımadığınız birine dair içinizde uyanan o tuhaf merakın son noktasındasınız...

Pazar, Ekim 03, 2010

Yılmaya meyilli kişilik bozukluğu

Blogger'lığı biraz daha profesyonelleştiriyim, Amerika hakkında, motosikletim hakkında, onun bunun hakkında ağzı olan herkes gibi ahkam keseyim diyordum. Sonra bir gaflet anında "next blog" sarmalına kapılıp onlarca blog gezdim.

Yıldım! Ne çok yazan, ne çok güzel resimler koyan, ne çok arkadaşı, subscriberı olna, ne çok anlatan, ne çok dinlenen blogger var ortada... Beni kim ne yapsın? :(

Cumartesi, Eylül 25, 2010

Bir Cumartesi daha çalıştım yorgunum, anlayış lütfen :)

Buraya her yazı yazdığımda şöyle bir üstünkörü okuyup, kendi kendime "Bu mu yani tüm okul hayatı boyunca her yazdığı ödevin köşesine 'yazar olabilirsin', 'çok başarılı, böyle devam et', bıdı, bıdı ve bıdı yazılan kadının çıkardığı iş" diyorum hep. Yakıştıramıyorum. Vakit ayırmadığım için zenginleştiremediğim her yeteneğim gibi yazı yeteneğimin de köhnediğini, unutulup gittiğini hissediyorum. Sonra neredeyse kimsenin burayı okumuyor olması su serpiyor içime :) Sayfanın tepesindeki sayaç tıpkı sosyal hayatım gibi kurak! :) Ama bütün bunlara rağmen, sonradan, aylar sonradan yani, yazdıklarımı okuyunca hoşuma gidiyor bir şekilde. Edebi değeri değil de, anlattıklarım. O an ne hissettiğimi beceriksizce anlattığımı düşündüğüm yazıların bile sonradan "O An"ı yaşatabiliyor olması bana... Tuhaf... Ama güzel işte...

Not: Resim geçenlerde gittiğimiz, sanki kimse bilmiyormuş ve öğrenmesinmiş de bana kalsınmış gibi adını saklamaktan keyif aldığım "O Yer"den...

Salı, Ağustos 03, 2010

Buradalık

Buradayım... Kaldığım, gittiğim, döndüğüm, bulunduğum yerde...

Salı, Mayıs 25, 2010

Cep telefonunu açmayan sinir tipler!!!

3 gündür bir insan suretinin peşindeyim. 3 gündür 5 dakikada yapabileceği iş için bizi oyalıyor. Ben buradan, Tekir Türkiye'den arayıp duruyor. İlk açtığımız telefonları daha ilk çalışında açan kadın şimdi numaraları tanıdı, açmıyor, sonradan geri dönmüyor, sorularımızı canı istediği zaman maille yanıtlıyor. Ciddi bir sorun için yanıt almaya çalıştığımızı maille, telefonla, herşeyle anlattım. Sanırım kafası basmadı, şimdi de özgüveni olmadığı için "yapamadım" dememek adına nezaketsiz, görgüsüz bir aşağılık gibi davranıyor... Bugünkü sinirimi, ellerim titreyerek ne kadar iş bitirdiğimi ve başka birilerinden yardım alabilmek için kaç değişik kişiye dert anlattığımı dillendirmeye gücüm bile yok!!!

Çay koydum. Bazı akşamlar ilaç gibi geliyor çay bana. Kanımıza işlemiş milletce. Kahveyi seviyorum ama hala öyle içinde süt olmayan, bold kahveyi sabah ayılma niyetine de olsa içemiyorum...

Bazen öyle yılıyorum ki... Neyi, niçin yaptığımı unutuyorum. Niye bu kadar çabaladığımı kendim bile anlayamıyorum. 3 kuruşluk tipler bu kadar mücadele etmeden bir hayat kurabilmişken benim niye hala dalgalı denizdeki kırık sandal gibi batıp çıktığımı bir türlü çözemiyorum...

Şans da yanında olacak insanın. Herkesin sana "ne akıllı kadınsın", "acayip pratik zekalısın" ve "çok cesursun, herkesin harcı değil" gibi cümleler kurmasının bir anlamı yok. Şansın sıfırın altında eksi 56 falan olunca, uzaktan bakıldığında saçma bir şekilde debelenen bir bok böceği gibi gözüküyorsun sadece...

Kafam karışık... Buraya da yansıdı zaten! :) Kedi kızım o aşağılık veteriner kendisini kısırlaştıracağım derken parçalayıp bıraktıktan sonra gece yarısı ateşlenip yere yığılıp kaldığında da benzer birşeyler hissetmiştim. Acil veteriner klinikleri aramaya koyulup, saatlerimi beni ciddiye alsınlar diye internetten benzer rahatsızlıkları araştırıp, notlar alarak geçirmiştim. Günler böyle geçti. Bir gün o acile, bir gün diğerine. Haftasonu bittiğinde artık uykusuzluk, endişe ve korkudan bitmiştik biz de. Ama ben ağlayamamıştım. Ağlamaya vaktim olmamıştı! Ne hazin değil mi? Sonra, Pazartesi gecesi kedi kızım yine yığılıp kaldığında Tekir bana "Hadi, başka bir hastane bul. Bir de onları deneyelim" dedi. Patileri avucumun içindeydi kedi kızımın. Alev alev yanıyordu... Ona rağmen bize hiç sıkıntı vermedi. Koltuğa büzüldü, veterinere çanta gibi taşınıp geri getirilmenin dışında oradan hiç kıpırdayamadı. Göbeğine dokunduğumuzda "mauuuvvvv" diye derinden bir ses çıkarıyordu sadece... "Mauvvvvvv"...

O an koptum. Tekir bana o cümleyi söyler söylemez koptum... Bağıra bağıra ağlamaya başladım. "Gücüm kalmadı" dedim, "gücüm kalmadı".... Yerimden bile kalkacak gücüm, cesaretim yoktu. "Ya ölürse" diye düşünmekten, "Yarın nasıl nefes alırım o ölürse?" diye korkmaktan dizlerimin bağı çözülmüştü. Her gittiğimiz yer sadece bizden bir gecede kaç bin dolar koparabileceğinin hesabını yapıyordu. Birkaçını azarladım, birkaçına insanlık dersi verdim güya... Ama sonuç ortadaydı, kedi kızım ölüme gidiyordu... Bağıra bağıra ağladım... "Gücüm kalmadı" diye hıçkırırken giyindim üstümü, telefonuma 30 mil uzaktaki hastanenin telefonunu kaydettim. Gözyaşlarından önümü göremeden arabaya kadar indim....

Kedi kızımı kurtardık... Ama ben hala bu olayın etkisinden kurtulamadım... Travma! Tam bir travma yaşadım...

Sonraki günlerde kızımın göbeğinde açtıkları o delikten dışarıya iltihap aktığını gördükçe, elimizde şırıngalarla o yarayı temizlerken kızımın attığı "mauvvvv" çığlıklarını ama patisini bile kıpırdatacak hali olmadığını gördükçe yine bittim... Tükendim... Ama devam ettim... İşe gitmeye, eve gelmeye, yine işe gitmeye, alışveriş yapmaya, eve gelmeye, yine işe gidip akşam işten gelmeye devam ettim... Tıpkı şimdi de devam ettiğim gibi... Tıpkı şimdiki gibi.

Herşey hafıza levhalarımıza çentiğini atıyor oysa... Aylar sonra, bambaşka bir konuda, tam da böyle, kendilerini hatırlatmak için derince kazıyorlar yerlerini...

İyi geceler...

P.S. Resim, baharın başlarında çekildi... Adı: Boklu Uğurböceği :)

Cumartesi, Mayıs 22, 2010

Yağmurlu bir Cumartesi, yapılacak işler ve utanmaz havayolu şirketleri...


Yani kalkıp iki sene sonra Türkiye'ye gideceğim ve aylar önceden bilet aldığım British Airways greve gidiyor ha!!! Çok sıkıntılı bir 3 gün geçirdim. Uçuşum iptal edildi edilecek, paramı geri alabilecek miyim, bu saatten sonra bilet bulabilecek miyim ve kaça bulacağım???? Kaç günüm bu sorularla geçti. Uçuşum iptal edildi, birkaç saat sinirden ağladıktan sonra kendime geldim. Üstüne 200 dolar daha fazla vererek başka bir havayolundan, tıkış tepiş bir uçaktan yer aldım ve şimdi acaba overweight parası ödemeden valizleri götürebilir miyim diye hesap kitap yapıyorum...

Utanmasalar aldığın nefesten para alacak havayolu şirketleri... Acilen kilo vermem lazım yoksa kilo başına para almaya başladıklarında fena yakalanacağım...

Gerçek olamayacak kadar çok aksilik oldu şu son bir ayda. Cuma günü patronumla da bir konuşma yaptım. Adam akıllı tehdit ettim, "profesyonelim ben" dedim, "profesyonelce hak ettiklerimi geri verin bana" dedim... Anlayana... Aslında hareket saham o kadar geniş değil burada. Ama yetenekliyim ya sözde, o işte "leverage"m :) 10 yılımı boşuna mı harcadım Türk medyasında... Çekilmeyecek insanların arasında???

TBS bugün aralıksız 5 saat boyunca Sex and The City'nin bölümlerini yayınlayacak ard arda... Bir yandan gözüm orada olarak çantamı toplamalı, havayoluna kakalayıp kakalayamacağımı görmek için bir "öngösterim" yapmalıyım :))

Yarın iş yerinden bir arkadaşa brunch'a gidiyoruz. Maryland'da, yeşillikler arasında bir yerdeler... Akşama da belki bir meksika restaurantında Margarita içeceğiz... Bakalım, planladığımız gibi olacak mı...

Günler geçse de tekirime kavuşsam... Çok yalnız hissetmeye başladım artık kendimi... Bu kadar bağımsız, çalışan, özgür kadın ayakları yeter:) Tekirimle domestik hayatıma dönmek istiyorum biran önce :)))

See ya;)

P.S. Resimler Tekir'im gitmeden gittiğimiz uzuuuuun gezide çekilmişti. Birisi muhteşem yolun resmi, birisi de yorucu bir "ride"ın ardından Starbucks'ta dinlenen ayaklarım. Tall Skim Latté resme girmemiş....Mmmhhhh... :)