Benim Hikayem

Hiç tanımadığınız birine dair içinizde uyanan o tuhaf merakın son noktasındasınız...

Çarşamba, Haziran 15, 2005

Laf Salatası...


balik balik Posted by Hello

Böyle birşey var mıdır acaba. Yani "gerçek" dert ve "gerçek olmayan" dert. Daha açmak gerekirse hastalıklar gerçek dert kategorisine girerken zihnin takıntıları daha "az" mı gerçektirler...Ya da gerçek dert sayılamazlar mı?Peki gerçek nedir?Ya da kime göre, nasıl bir gerçekten bahsedebiliriz?
Sözün özü bugün EKO'mun çekilmesi için hastaneye gittim. Beklerken ağlayan
insanlar gördüm, ameliyattan çıkanlar ve ayakkabılarını çıkarmış hastane
duvarının üstünde dinlenenler! Sordum kendime: Röntgeniyle, tahlil sonucuyla
yani kısacası fiziksel bulgularla da kanıtlanabilen bu dertler -hastalıklar"
varken benim zihnimin şu "dahiyane!" takıntısı gerçekten bir dert sayılabilir
mi? Sayılamazsa ya da sayılmamalıysa o zaman bu beni daha aciz yapmaz mı? Ben
değil miyim ki bu "dünyanın en komik dertleri" sıralamasında top 10'a
oynayabilecek dertten bir senedir kurtulamayan?Korktuğum gibi birşey çıkmadı.
Hasta değilim.Yani derdim yok mu benim?

8 Bidilar:

At 6/16/2005, Blogger :..: said...

Gerçek dertler hastalıklar olsaydı da bitseydi bütün mesele, o zaman daha ne isteyebilirdik. Bırakırdık kendimizi çok gelişmiş tıbba, o çözerdi birer birer dertlerimizi.. İlla ki hstalıklar da dert, hayatta sağlıktan büyük nimet olamaz ama tek gerçek dert hastalıklar değil. Durup dururken sıkılır içi insanın, o öyle bir dert ki kendimi nerden atsam da şu kendimden kurtulsam dersin...

 
At 6/16/2005, Blogger Wanna Run said...

Ah şu kendinden kurtulma meselesi yok mu? Kendimizden kurtulmadan kendimizle bir orta yol bulamaz mıyız acaba? Ne dersin la panse ?

 
At 6/16/2005, Blogger :..: said...

Kendimizden kurtulmak diye bir şey yok sanırım, buna ulaşmaya başlıyorum artık. Aynen yazdığın gibi kendimizle ortak yol bulmalıyız.. Ama nasıl?.. Düşüneceğimiz bu olacak herhalde bundan sonraki adımda.

 
At 6/17/2005, Blogger Wanna Run said...

Aslında yazarken farkında bile değildim belki. Sen yineleyince "aydım". Bir orta yolu yok mudur bu savaşın? Olduğumuz kişiyi olduğu gibi sevemez miyiz yani? Sevmesek bile alışamaz mıyız en azından? Evet ise...nasıl peki?Bunu düşünmek lazım belki...

 
At 6/17/2005, Blogger :..: said...

Olduğun kişiyi olduğu gibi sevmek.. Aslında işte bu. Kendini kendinden çıkarmayı biraz da çevre dürtüklüyor sanki. Durup dururken içinin sıkılmasının da bir sebebi olmalı çünkü. Bir yerlerde bir memnuniyetsizlik belki..Oysaki ben böyleysem böyleyim. Evet, kendini sevmeli olmuyorsa kendine alışmalı..

İçi sıkılmak dedim de aklıma geldi paylaşayım, konumuzla ilgisi olmadığı halde, bir dize:

Allah'tan pencere açmışlar içi sıkılan evlere..

Neden bilmem hep çok hoşuma gitmiştir.

 
At 6/18/2005, Blogger Wanna Run said...

Allah'tan pencere açmışlar içi sıkılan evlere..

Çok sevdim bu dizeyi...

Kendine alışmak Evet! Çevreye, bize sunulanlara bir türlü alışamadığmız gibi kendimize de alışamıyoruz galiba.Oysa en çok kendimizi tanımıyor muyuz?En gizil yanlarımız bile bir başkasının sırlarından daha açık değil mi bize?
Kendime alışmam lazım...Bir orta yol bulmak için...

 
At 6/18/2005, Blogger :..: said...

Dize..Ben de yorumu yaparken gelince aklıma çok sevindim hemen de paylaştım. Ne gerek var "her şey konuyla ilgili olacak kardeşim" kurallarına değil mi? Giriş gelişme sonuç lise sıralarında kaldı.

Evet, en gizli yanlarımız bile başkalarının sırlarından daha açık. Kendimizi en tanımadığımız hal bile bildiğimizi sandığımız başkalarından çok daha tercih edilir veya tercih edilmeli. Öyleysen öylesin böyleysen böylesin, herkes gider kalırsın yine kendinle, kendi kendine..

 
At 6/18/2005, Blogger Wanna Run said...

Ne güzel olmuş:

herkes gider kalırsın yine kendinle, kendi kendine..

Birşey eklememe gerek var mı?

 

Yorum Gönder

<< Home