Günler geçiyor...
Neden sonra yeni birşeyler yazabiliyorum bloguma...Cumartesi gezmekten yorgun düştük oradan başlıyim :) Kalktık motorla Bostancı'ya gittik önce. İlk olarak ben kullanıyordum motoru tekirim de arkadan bıdırdıyordu "aman da küçük elleriyle motoru da tutarmış" diye:) Sonra E-5'te Topkapı mevkiinde artık rüzgara karşı(n) motoru tutamadığımı fark ettim! Gerçi o esen şeyi rüzgar değil fırtınadan saymak lazım ya neyse!:) Dedim "bu böyle olmayacak. Kollarım tutuldu. Kaç yüz kiloyu bu rüzgarda düz bir çizgide tutmak hiç kolay değilmiş!". Hemen verirsin sağ sinyali. ...(Bu kısımdan sonra anlatımda tense değişmektedir dikkat okuyucu!) Emniyet şeridinde motoru tekire emanet eder, arka koltuğa kurulur bir güzel gezi moduna girersin...Ohhh...Köprüde rüzgar da vardı ama manzara muhteşemdi. Neyse efendim. Sonra Bostancı'dan atlarsın adalar vapurunaMartı fotoğrafı çekmek için kastırırsın gelmez köftehorlar. Birkaç tane çekersin sonra (Ya bir ara koyacağım fotoları ama birşey anlaşılır mı emin değilim. Fotolar evde...Ben işte...ayrı kaldık:) ). Efenim ardından adaya gider iki bisiklet kiralar yolun yarısını (yokuş aşağı olan yarısı) bisikletle, yarısını da (yokuş yukarı olanı tabii) yürüyerek bitirir sonra 20 dakikalık bir tırmanışla Aya Yorgi'ye ulaşırsın. Köfteleri yer, biraları içersin. Oradayken aniden Bostanci'ya pek de uzak olmayan anne babanı görmeye karar verirsin. apar topar kalkıp 6 vapuru ile karşıya geçer, motora atlar sahil yolundan basarsın gaza...Gider gitmez çayını içersin, her gün daha da büyüyen küçük tekir yavrularını seversin, onlar motora bayılır. Sürekli ya kucağına ya motora çıkmak ister. Artık vedalaşma vakti gelince demi alırsın o limandan ve sahilden basarsın karşı yakaya...Avrupa'ya! Gece eve döndüğünde koltukta otururken bile kendini motorda gidiyor gibi hissedersin sonra...En acısı da üzerindeki kolsuz tişörtü çıkarınca 2 hafta tatilden esmer bir tenle dönen sen değilmişsin gibi muhteşem amele yanıkların olduğunu fark edersin. Ateşin de vardır, başın ağrıyordur..."Aman Tanrııııııım" dersin kendi kendine...Başına güneş geçmiştir! (Hatırlayınız Ada'ya ulaşıldığında aranızda geçen diyalog: Tekir: Tühh, şapka almayı unuttuk yine. Sarman: Ah yaaa.Aklımdaydı evdeyken!)
Ertesi gün hem erken uyandırıldığınız hem de çalıştığınız için depresif bir ruh haliyle işe gelirsiniz...Değişik alıntılarla blogunuzu doldurursunuz...Daha ertesi gün (Bkz. 1 Ağustos Pazartesi) yine bunalımdasınızdır. akşam bir seans "kendinize yaptıklarınıza" ağladıktan sonra birden (saat 22.30 civarı) eski çalıştığınız kanala gitmeye (ertesi sabah tabii) karar verirsiniz. Ertesi gün (yani bugün) kanala gidersiniz erkenden. Program projenizi sunacağınız müdürün tatile çıktığını öğrenirsiniz canınız sıkılır...Ama yüzünüzde birkaç eski iş arkadaşıyla muhabbet etmenin verdiği tuhaf gülümsemeyle "nefret duvarı" olarak niteleyebileceğiniz iş yerinize gelirsiniz...Bültenler biter. "Ohhh" dersiniz. Ve oturur bu yazıyı yazar ve yazıyı yazarken "Tüm bunlar 3 gün içinde mi oldu?" diye sorarsınız kendinize....Üstelik kelimelere dökülmeyen pek çok şeyin DAHA olduğunu bilerek bu 3 günde!
Huf!
4 Bidilar:
Ama yüzünüzde birkaç eski iş arkadaşıyla muhabbet etmenin verdiği tuhaf gülümsemeyle "nefret duvarı" olarak niteleyebileceğiniz iş yerinize gelirsiniz...
Tatil dönüşü işinin başında olmak gibi birşey sanırım. Ne de olsa her değişliklik bir tatil demiştik :)
Doğru, demiştik:) Doğru dediğimizi bir deneyimle de teyit etmiş olduk:) Bir de nefretsel düet vardı ki...Onu hiç hatırlatmayalım;)
Onu hiç hatırlatmayalım;)
neyi (Nihahaha.. öhööm. Oheh. Ihhı ıhhı) :p
ps: evet wanna run cok sıcak buralar, elimi yüzümü yıkasam fena olmayacak :)
Erol, cık cık cık cık....
:)
Yorum Gönder
<< Home