One Life...

Bugün oldukça can sıkıcı bir gündü. Sanırım bloguma bu şekilde dönmem de bir yerlerde kaderime yazılmış. Hemen değil belki ama çok da uzun bir süre olmayan bir periyotta genetik bir hastalıktan ötürü ölebileceğimi ya da sürünebileceğimi öğrendim.
Kendimi, tıpkı diğer türdaşlarım gibi hep ölümsüz sayıyordum oysa ben de. Yani biliyordum o günün geleceğini de hiç bu kadar "gerçek" olabileceğini tahayyül etmiyordum. Ben gözlerimi kapadığımda dünya nasıl devam ederdi ki? Değil miydi ki dünya benim gözüme yansıyanlardan ibaret? Gönlüm ne çekiyor, gönlüm neden çekiniyorsa onu yaşamıyor muydum yeryüzünde? Değil mi ki bu dünya her birimizin etrafında ayrı ayrı dönüyordu? Evet... Ama ben de öleceğim işte. Hepiniz gibi ben de... Sadece biliyorum artık... Bir arabanın altında kalmaz, vücudumdaki benler kansere yol almaz, yolda eften püften bir sebepten kavga ettiğim bir taksici beni vurmaz ya da dünyanın sonu gelmezse ben -yine de büyük ihtimalle demekte fayda var- bu hastalıktan öleceğim. O gün geldiğinde kısa ömrümde ne kadar risk alabildiğimi düşüneceğim ya da arkamdan kimlerin beni özleyeceğini.

Tekirim hala hayatta ise onun bensiz eksik kalacağına inanıp üzüleceğim. Annem hayattaysa arkamdan ağlayacağını bileceğim. Yüreğinden bir parça ile gideceğimi göreceğim. Ben de eriyeceğim... Ama ben de herkes gibi, hatta O'nun gibi, Senin gibi, Onlar gibi, Şunlar gibi, herşeyimle, hatalarımla ve yarattıklarımla birlikte hiç bilmediğim bir yere gideceğim. Uzun süre önce yitirdiğim evcil hayvanlarımı görmeyi umut edeceğim. Oradan oraya koşturan şaşkın ruhlardan biri olacağım... Kısacası, kime, neye ya da nasıl ve ne kadar kızarsam kızayım; neye, nerede sahip olursam olayım öleceğim...
Ve internet yaşadığı sürece, sitem host edildiği sürece sana buradan gülümseyeceğim okuyucu... Viva internet!
One life, live it ;)
0 Bidilar:
Yorum Gönder
<< Home