Benim Hikayem

Hiç tanımadığınız birine dair içinizde uyanan o tuhaf merakın son noktasındasınız...

Pazar, Mayıs 16, 2010

Yetinmek ya da yetinememek... İşte bütün mesele bu...

e

TLC'de "Moving Up" diye bir program var. Özü birbirlerinin evini satın alan iki farklı aileyi (bazen 3 de olabiliyor) alıp, evi kendi stillerine dönüştürmelerini, bu arada eski sahiplerinin zevksizliğinden dem vurmalarını izleyiciye seyrettirmek var.


İnsanın hayatında duvarın renginin bile önemi var. Ev böyle birşey işte...


İstanbul'daki mutfağımızda oturup uçuk yeşil mutfak dolapları ve limon sarısı duvara bakıp ne kadar güzel bir iş çıkardığımla gurur duyguğum o günler geldi aklıma. Mutfakta oturur, küçük bir mum yakar ve evi yeni baştan yaratırken yaşadığımız sıkıntıları, tekirimle nasıl didindiğimizi, ne kadar güldüğümüzü düşünürdüm sık sık. "Hiç ayrılmayacağım" bu mutfaktan derdim, "Hiç ama hiç"...


Öyle sanmıştım. Sonra gök üstümüze yıkıldı.


Bazen, burda, gecenin bir yarısı bile daha önce hiç duymadığım güzellikte kuşların öttüğü, sakin, tepeden Washington'a bakan evimde otururken "Neden" diyorum yine de. "Neden ben de İstanbul'da mutlu olabilenlerden değilim? Neden kaçmak zorunda kaldım? Neden tırnaklarımla kazıdığım herşeyi şimdi yeniden, üstelik çok daha yılgın ve yorgunken baştan yapmak zorundayım?"


Ne bileyim... Ben buyum işte... Durmayı bilmiyorum ve uslanmaz bir umut aşığıyım. Umudumun olmasını seviyorum. Nietzche "Umut en son kötülüktür" dese de... Bile bile... Sanırım o şiir benim için yazılmıştı. Tam güzelliğini vermeyen Türkçe çevirisiyle: Boğulmak, suyun üstünde kalmaya çalışmak kadar acınası değildir aslında"...


Bıraksam da boğulsam...

P.S. Resim, Tekirim gitmeden önce o çok sevdiğim yoldaki tek tünelin ucundaki ışığı gördüğümde çekilmişti...

0 Bidilar:

Yorum Gönder

<< Home